
Sevdaları aradım baharın gerisinde
Bir mermi sonbaharı etti bana hediye
Artık bırakın beni, çağırıyor sevgili
Kurşunlar mavi göğü aralama peşinde
Yeni Cağ
Hayat bir çemberdir. Hayat, yapıtaşları gece ve gündüz olan çemberdir. Saniye dakikanın, dakika saatin, saat ise bir günün sermayesidir. Bir saat 60 dakikadan, gün ise 24 saatten oluşmuş bir çemberdir. Aylar günlerden, yıllarsa aylardan oluşmuş çemberlerdir. Ve her bir çember hayat çemberinin üzerinde bir doğru parçası olarak yerini alır. Bir gün yelkovan dünyadaki son yolculuğuna çıkar ve ateşten bir çember çizer. Bunu gören akrep kendini sokmak zorunda kalır. Ve böylece bizim için bir başka yolculuğun kapısı aralanır. Kış biter ve bir başka bahar başlar. Uzadıkça kısalan hayatın son noktasıyla baş noktası birleşir.
Kainat galaksilerden oluşmuş, ve “Büyük Patlama(Big Bang)” kuramına göre, gittikçe büyüyen bir çemberdir. Her galaksi milyarlarca “güneş sistemi” çemberlerinden oluşmuş birer çemberdir. Biz çember üzerinde yürüyoruz, bize göre koskoca ama evrene göre kum tanesi büyüklüğünde bile olmayan bir çemberin farklı parçalarını her birimiz yaşadığımız surece aşındırıyoruz. Üzerinde yürüdüğümüz bu çemberse “güneş çemberi”nin etrafında yine bir çember çiziyor ve böylece mevsimler oluşuyor. Mevsim farklarından dolayı da zaman oluşuyor… Tıpkı evrende olduğu gibi insan hayatında da sayısız çemberler ve mevsimler vardır. Su anda bahar kapıdan içeri girdi. Hoş geldi sefa geldi, bahar mevsimlerin en güzelidir. Bahar bir çemberin parçası olduğu için bizler onu daha öncede görmüştük. Her mevsim gibi bahar da kendine özgü meyvelerini bugünlerde pazarlarda süsledi. O meyvelerden yiyince, meyveler bizden birer parça olur. Bize hayat, bize güç verirler. Çünkü hücrelerimizin içinde onlara yön verecek sayısız çemberler vardır. Çünkü hücrelerimizin mitokondrilerinde onları işleyen sayısız krebs çemberleri vardır. Hayatımızın kış mevsiminde insanlarla beraber onlar da toprağa karışırlar. Yani yine pazarları süslemek üzere yolculuklarına devam ederler. Böylece çemberin geometrisine sadakatlerini sunmuş olurlar. Saprofit bakterilerin çemberlerinde organik moleküller inorganik moleküllere dönüşürken, bitkilerin yapraklarında ise tam tersi olur. Moleküllerin yolculuğu bir çemberden ibaretse aslında bu sonsuzluk demektir çünkü çemberin üzerindeki yolculuklar kesiksiz oluyor… Tohum ölmediği için fidan olmuştu. Fidan ölmediği için ağaç olmuştu ve kendisi çamur yediği halde meyvelerine temiz gıdalar yedirmişti. Bizim tarafımızdan yenen meyveler ölmedikleri için hayat mertebelerinin yükseklerine doğru tırmanmışlardı... Bir zigot ölmediği için çocuğa dönüştü. Zamanla bu çocuk delikanlı oldu. Demek ki, ölümle ölümü öldürdüğümüz için bizler hiçbir zaman ölmüyoruz.
Hepimiz okul yollarında hayatımızın en değerli anlarını tüketiyoruz. Mezun olacağımız günleri iple çekiyoruz. Çalışırız gelecekte mezun olabilmek için. Acaba yaşıyoruz gelecekte ölebilmek için mi?
Eğer, hayat bir çemberden ibaretse çekilen çileler boşuna değildir. Mimar Sinan çoktan ayrılmıştı oysa Selimiye’si hala ayakta. Atatürk aramızda değil ama kullandığı birçok eşyası Anıtkabirde sergilenir yani hala hayattalar. Bir betonun, bir demir parçasının veya bir heykelin, sanatı ve değeri bakımından, insanın tek hücresine dahi yetişemeyeceğini hepimiz biliriz. Oysa, değersiz olanların değerlilere kıyasla daha fazla yaşadığını görüyoruz. Ortada bir çelişki, bir problem var. Bu problemi çemberlerin müthiş zekâsına ve enfes işleyişine havale ediyoruz.
Aslında beyin ve kalpte birer çemberdir. Biri görür ötekisi hisseder. Biri başlatır diğeri tamamlar. İkisi bir kloroplastın granası ve stroması gibidirler. İşbirliği yaparlarsa ortaya şeker çıkar, böylece hayatımız tatlanır. Ne yazık ki, ikisinin isleyişini genellikle veya, iyimser olursak, bazen dengeleyemiyoruz ve belki de bu yüzden mutlu olsak ta huzurlu olamıyoruz. Mutlulukla huzur arasındaki fark meyve aromalı içecekle meyve nektarı arasındaki fark kadardır.
Kâinatta daha bilmediğimiz nice çemberleri vardır. Belki de bildiklerimizin milyarlarca katı kadardır.
No comments:
Post a Comment