
Anneler Günü vesilesi ile,
Annelere ve anne adaylarına ithafen
Ahmet ODTÜ Endüstri Mühendisliğinden mezun olmuş, askerliğini yapmış, nişanlanmış ve itibarlı bir şirkette uzman yardımcısı olarak işe başlamıştı. İçkili partilerden pek hoşlanmadığı için şirketin geleneksel hale getirdiği kuruluş yıl dönümü partisinden kaçmak istemişti ama kaçamamıştı. Ve ‘A’ sınıfı masasında sessiz, sakin otururken, kadehi kaldırmak üzere başkan tarafından ilk kez ayağa kaldırılmıştı. Başkanın bu tavrında sanki bir kasıt ve bir inat vardı. Ayağa kalkarken sekiz sene öncesi hayalenden geçti. O gün kadınlar günü idi. Annesi için bir sürpriz düşündüğü için, dershane çıkışı bir çiçekçiye uğramış ve Galatasaraylı olduğu için de sarı ve kırmızı lalelerden bir buket yaptırmıştı. Eve vardığında, tahmin ettiği gibi annesi çok şaşırmış ve “Baksana, benim oğlum ne kadar da büyümüş” diyerek iltifat etmişti. Çiçekleri vazoya yerleştirmek için salona doğru giderken konuşmasını, “bana verebileceğin en büyük hediyeyi henüz vermedin. Oysa hayati olmasına rağmen, edinilmesi ne kadar da kolay ve basit bir hediye” diyerek sürdürmüştü. Şaşkınlığın sırası bu sefer Ahmet’e gelmişti. Meraklı gözleri ile annesini takip ederken, “muhtemel hediye, üniversiteyi kazanmaktan başka ne olabilir ki?” diye düşünmüştü. Aklından “Ah anne, sizin zamanınızda ÖSS belası mı vardı?” diye geçirmişti. Annesi; “mutfaktaki masanın üzerinde, içinde su olan bir sürahi var, onu bana getirir misin?” deyince sürahiyi kapıp annesinin yanına yaklaşmıştı. Annesi çiçekli vazoya suyu koyduktan sonra “Renkleri gerçekten çok isabetli seçmişsin. Bak, kırmızı sevgiyi simgeler, sarı ise güven ve sadakati temsil eder. Şimdi bana bir söz vererek hediyelerin en büyüğünü yapmaya hazır mısın?” diye sormuştu. Onay işaretini alınca da, ”O zaman, sigara ve içkiyi kesinlikle tatmayacağına söz verebilir misin, böylece hediyelerin en büyüğünü bana takdim etmiş olacaksın” demişti. Ahmet’se, “Anne, bundan daha kolay ne olabilir ki, ben de ÖSS ile ilgili, ciddi bir şey sanmıştım” diyerek gülmüştü.
Oysa annesine söz verdiği için durum ne kadar da kritik görünüyordu. Ne sadakatine toz düşürmeye, ne de günah keçisi gibi görünmeye niyeti vardı. Öyle bir şey olmalıydı ki, içkiyi içmediği için herkes takdir etmeliydi. Konuşmasının dâhiyane çerçevesi kalbine ilham oldu ki, bu çerçeve sayesinde manzara tam istediği gibi olacaktı.
Kadehini portakal nektarı ile doldurdu ve konuşmaya başladı; “Kaderin garip bir cilvesi ki, muhterem insanları bir araya getiren bu gözde şirketimiz Mayıs'ın ikinci haftasında kurulmuş. Bu sebeptendir ki, kadehimi Allah’ın en güzel hediyesi ve en şirin emaneti olan annelere kaldırmak istiyorum. Kanaatim odur ki, insan aklı, anneye ne kadar borçlu olduğunu algılayamıyorsa kapasitesinin çok altında bir seviyede iş görüyor demektir. Çünkü daha dünyaya ilk gözümüzü açtığımızda sevgi ile karşılaşırız. Bu sevgi sayesinde hayata bağlanırız. Ayakkabımızın bağı bağlanır her çözüldüğünde, gömleğimizin düğmesi dikilir her koptuğunda, maharetsizliğimize ve sakarlığımıza rağmen hep övülür dururuz komşu toplantılarında. Anne bilincinin bir kısmını, bazense tamamını bize verir. Öğütlerin en güzelini ve tabi ki en tesirlisini yine o verir. Bütün bunların karşısında annenin değerini gerçekten anlayabilmiş miyiz? Eğer anlayabildiysek, incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden ötürü kavgalar, aşağılamalar, lakap takmalar toplumumuzda neden hala var? Değerli büyüklerim ve meslektaşlarım! Anne hangi konumunda olursa olsun bulunduğu mekânın en ince, en zarif nakşı ve yeryüzünün en büyük, en değerli hazinesi mahiyetindedir. Çünkü eğer o kız kardeşimiz ise uzlaşılması kolay, sevecen bir dosttur; büyük annemiz ise elverişli, tesirli teselli makamıdır; teyzemiz ise umulmadık sürprizlerin kaynağıdır. Şüphesiz anne bütün halleriyle merhamete, nezakete, müsamahaya, iltifata ve bizde olan her şeye sahip olması için liyakati tartışılmaz, eşsiz bir mahlûktur.” “O halde, hadi onları karşılıksız sevelim, onlara şefkatle ilgi gösterelim, onlara bir çıkar gözetmeden muamele edelim. Hadi, onları koruyalım, destekleyelim, cesaret verelim, duygularını paylaşalım ve gerekirse uğruna kendimizi harcayalım. Ve bu tutumumuzu yılın tek günü ile sınırlı bırakmayalım.
Sayın başkanım! Sizler beni takdim ettiğinizde hayalen yıllar öncesine gittim ve verdiğim sözü hatırladım. Bu sözü sıradan birisine değil, anneme vermiştim. Verdiğim söze sadık kaldığımı gösterme babında, siz büyüklerimin nazarında içki yerine bu portakal nektarını annelerin parlak istikbali için içmek istiyorum. Ve hepinizi saygı ile selamlayarak teşekkür ediyorum. Müsaadenizle” dedi ve oturdu.
Nektarını yudumlarken salonda alkış fırtınası koptu. Bu durum karşısında Ahmet, hadisenin bizzat kendisi güzel değilse, neticesinin güzel olabileceğini anlamış oldu. Sağ tarafında oturan şirketteki oda arkadaşı Raşit, Ahmet’in kulağına yanaşarak “Niye portakal nektarı, kola veya gazoz değil, oysa bak, masada onlar da var?” diyerek sordu. Ahmet boşalan bardağını tekrar portakal suyu ile doldurduktan sonra “hani, sarı renk sadakati temsil ediyormuş ya” diyerek gülümsedi.
No comments:
Post a Comment